17 Aralık 2008 Çarşamba

Resim ve yazı arasındaki 7 farkı bulun


Sunay Akın anlatıyor:

“Hilal islamiyetten önce de Türklerin simgesi. Otağıların bir tanesinin başında hilal vardı, orada şaman otururdu, Türkler islamiyeti kabul ediyorlar ama eski dinlerinin simgesini de unutmuyorlar; onu alıp yeni dinlerinin en uç noktasına koyuyorlar. Pek çok hilalli bayrak gördüm ben ama hilali teke indirgeyip yanına yıldızı koyan Üçüncü Sultan Selim. O yıldız sekiz köşeli; sekiz köşeli yıldız şekil bilimde zaferi simgeler. Hilal ve zafer…Üçüncü Selim diyor ki, bundan böyle herkes tek hilalin altına gelecek. Ardından da yanına zaferi koydu. Ne zaman beş köşeli oluyor yıldız? Onun da ismi Sultan Abdülmecid’dir. Abdülmecid diyor ki, sarayın zafer madalyaları hep sekiz köşeli, de ki hilal teke indi, yıldızın da bir orjinalliği olsun, beşe indiriyor. Sekiz köşeli yıldız şekil bilimde zafer demek, peki ya beş köşeli yıldız ne anlama geliyor? Tek bir anlamı var: İnsan. Yani Ay’a ilk insanı biz gönderdik.”

1 Aralık 2008 Pazartesi

?



Para amaç değil araçtır. Peki o zaman amaç nedir? Ya da şöyle sorayım; para araçsa, parayı kazanmak (araca ulaşmak) için yaptığımız iş nedir? Yoksa bu “iş” midir amaç? Öyleyse; ters  olmadı mı, yani araca ulaşmak için amacı gerçekleştirmek… Sanırım ilk cümlede amaç yerine  hedef sözcüğünü kullanmalıydık: Para hedef değil araçtır. Para araç; ve amaç da hedefe ulaşmaksa, o zaman hedef nedir? Biri açıklasın…


[(Para x Amaç) ^ (Para = Araç)] => Amaç = ?

 

[(Para = Araç) ^ (İş => Para)] => İş =?

 

İş =? Amaç

(İş = Amaç) =>

Amaç => Araç    ??? (ters olmadı mı)

 

[(Para x Hedef) ^ (Para = Araç) ^ (Amaç => Hedef)] =>

 

Hedef = ?    İmdat…

 

Galiba : Hedef = Yaşamak

              Para => Yaşamak

              İş => Para

              Araç = İş       Nasıl yani? Böyle olmamalı… Bir yanlışlık var ama nerede? 

26 Kasım 2008 Çarşamba

デスノート (Death Note)


Death Note (Ölüm Defteri) bugüne kadar izlediğim en mükemmel anime dizilerden bir tanesi… Dragon Ball’u da çok sevmiştim ama o, bunun yanında çok çocuksu kalır. Çünkü Death Note’u izleyip de anlayabilmek için belli bir zeka seviyesinin üstünde olmak gerekiyor. “Kral çıplak!” gibi değil… Gerçekten… J

Konusu kısaca şöyle: Başarılı bir lise öğrencisi olan Yagami Light (yukarıdaki resimde merkezde) kara kaplı bir defter bulur ve bu deftere kimin ismini yazsa onun birkaç saniye içinde öldüğünü farkeder. (Tabi bazı kuralları da var bu gizemli “oyun”un…) Bir süre sonra da kendisini Tanrı gibi görür ve dünyadaki tüm “kötü” leri yok etmeye başlar. Bir nevi Nuh Peygamber gibi… Onu durdurmaya çalışan “L” (resimde sağ alt köşede) de aynı onun gibi bir “dahi” dir. Resimde görülen yaratıklar da Şinigami; yani ölüm tanrılarıdır. Detaylı bilgi için: http://tr.wikipedia.org/wiki/Death_Note

Konusu çok ilginç gelmeyebilir herkese ama kurgu, diyaloglar ve “zeka”yı kullanma biçimi muhteşem…

http://www.animefreak.tv/watch/death-note-episode-1-english-dubbed-online-free adresinden İngilizce dublajlı ya da altyazılı olarak izleyebilirsiniz. (37 bölüm)

23 Kasım 2008 Pazar

Mustafa


Çok konuşuldu, yazıldı çizildi… Ben, biraz (biraz mı?!) geç kaldım sanırım. Ama şundan eminim ki 29 Ekim günü, tıklım tıklım sinema salonundan çıkarken düşündüklerim neyse bugün de aynı... Yani ben filmi beğendim (sen kimsin?).

Bazı yanlışları olduğu kesin, burada bunları tek tek yazmayacağım, fakat bazı “yanlış” lara da itirazım var:

 “Atatürk’ün insani yönünü göstermeye ne gerek vardı!”. Asıl buna gerek vardı, onu yüce bir varlık sananlar, onu bir peygamber yerine koyanlar için…(onu derken “o” yu büyük harfle yazmıyoruz yani).

 “Atatürk karanlıktan mı korkuyormuş”. Filmi izlerken böyle bir izlenime hiç mi hiç kapılmadım.. Cemal Granda’nın anılarını da mı okumadınız yahu! Gece okuyor, yazıyor, çalışıyor, gündüz uyuyor. Bu sadece bir alışkanlık, karanlıktan korkmak değil.

 “Atatürk yalnız değildi”. Bu öyle bir yalnızlık değil ki zaten… Bir dahinin kendi zeka seviyesinde konuşacak kimseyi bulamaması gibi bir yalnızlık bu.

 “Bazı kesimlere çok malzeme verilmiş”. Bunun cevabı belgeselde Atatürk’ün “neden cahillerin seviyesine ineyim, onları kendi seviyeme çıkarırım. Ben onlara değil onlar bana benzesin” sözlerinde saklı… O kesimlerin istediği gibi mi anlatacaktık Atatürk’ü?

 “Atatürk’ün insani yönleri bu kadar mı? Hayvan sevgisi, ağaç sevgisi nerede?” E o yönlerini de siz anlatın bir film yapıp da… Can Dündar demiyor ki Atatürk’ün bütün insani özellikleri bunlardır diye… Onun (nun kesme işareti ile ayrılmaz) tek bir filme sığdırılma imkanı var mı ki!

Atatürk’ü anlatan film çok az… Öyle olmasaydı, “Mustafa” bu kadar göze batmazdı. “Ha bu da şu yönlerini anlatan bir tanesi” denirdi. Asıl tartışılması gereken bu bence: “Neden Atatürk’le ilgili daha çok film yok?“ Böyle filmlerin teşvik edilmesi gererkmez mi? “E Sarı Zeybek var ya Sertaç!” Tamam da onu da Can Dündar yapmamış mıydı?

25 Ekim 2008 Cumartesi

Sansür mü

Blogger.com da engellendi. N’oldu yani şimdi? Sanki biz buraya yazı yazamadık mı, yazdıklarımız okunamadı mı? Nedir yani! DNS ayarını değiştirdik veya tünel sitelerini kullandık yine, bir şekilde yazdık. Nereye kadar bu Abdülhamitçilik, “Yassah hemşerim”cilik! Bununla bir yere varılmadığını hala anlayamadınız mı? N’oluyor? Nereye gidiyoruz? Çok fazla soru işareti…

1 Ekim 2008 Çarşamba

Sen hiç hormonsuz domates yedin mi?



Bilemezsin, gerçekten hormonsuz olanını yiyene kadar… Bolu Mengen ‘e git de gör nasıl olurmuş domates dediğin! O ne öyle bütün meyvelerin tadı aynı! Biz meğer yemek yemiyormuşuz, yediğimizi sanıyormuşuz. Sanal meyveler, sanal sebzeler… Görüntü var, tat yok! Emekli olunca Mengen’e yerleşeceğim, kararım kesin…

14 Eylül 2008 Pazar

BenX



"Anne... Gözlerinden su akıyor anne. Gerçekten gözlerinden su geliyor. Bunun tuzlu ve ıslak olduğunu biliyorum. Tuzlu ve ıslak... Anne, ben hisleri anlamıyorum diye insanları duymuyorum sanıyorlar. Ama anlayabiliyorum; çünkü ne olduğunu biliyorum. Küçükken hep böyle yapardım, yaşları gözüne geri sokmaya çalışırdım hep. Senin üzülmeni istemediğim için..."

"Anlamıyorum, Ben. Gerçekten inanamıyorum. Silancium Zindanları 'ndan kaçan adamın sen olduğuna... Benimle Windrill Çölü 'nde yalnız kalmayı göze alan, Bailor ile savaşan, Ondekon Bataklıkları'na benimle gelen, Zerdin 'i yenen...Oyunun 80. seviyesindesin... ve bu da son oyunun mu? Basit bir şekilde trenin önüne atlamak... Planın bu muydu? Çıkışa basmak, çevrim dışı olmak..."

"İnsanlar bir at gördüklerinde illa ki üstüne binmek isterler; ama hayvanın düşüncelerini hiç umursamazlar. Öyle değil mi?"

14 Ağustos 2008 Perşembe

balıkekmek


Sahne 1 :

Balık-ekmek büfesi
3 kişi girer

Genç: "Üç tane..."
Balık-ekmekçi: "Şöyle oturun, beş dakikaya hazır."

5 dakika sonra...

Genç: "Ben şurada yiyeceğim."

çıkar...

Sahne 2 :

Genç deniz kenarına oturur.Kendi kendine konuşur.

Genç: "Bu uzun zamandır aldığım en güzel tat. Mmmm...nâm, nâm...Deniz kokusu, dalgaların sesi, bir kayığın sakin görüntüsü ve balıkekmek..."

Yaşlı Teyze girer.

Yaşlı Teyze: "O denizde insan var mı evladım?"
Genç: "Efendim???"
Yaşlı Teyze: "O denizde insan var mı?"
Genç: "Yok..."
Yaşlı Teyze: "Yok dimi..."
Genç: "............"

Yaşlı Teyze çıkar...

1 Temmuz 2008 Salı

Çağrışım



Bazı şarkılar size de o şarkıları dinlediğiniz dönemleri veya o şarkıyı duyduğunuz bir mekanı hatırlatır mı?
İşte benim “çağrışım” listem :

Eminem - Stan ………… ÖSS’ye çalıştığım yıllar ve Çankaya’da oturduğumuz ev

Depeche Mode - Free Love……….. Üniversite 1. sınıf

Ezginin Günlüğü – Mutlu Olmak Varken ………. Askerlik, Çanakkale

John Denver - Country Roads Take Me Home ………. Longmont, Amerika ve şömineli otel odası

Phil Collins – Another Day in Paradise ………. Yazlık kamplar

Sakamoto Kyu - Ue wo Muite Arukou…………… Japonca kursu :)

4 Haziran 2008 Çarşamba

hiç


Sen git beş tane adam tatile. ikinci gün kafaları çek çek çek, iç iç iç. ondan sonrasında balkon kapılarını kapatmadan uyu. Hırsız da girmesin eve, cep telefonlarını ve paraları almasın. cüzdanlardaki ıvır zıvırı da saçmasın etrafa. olacak şey mi yani, mantıklı mı hiç. Bundan beş sene öncesinden bahsediyorum. O zamanın parasıynan "telefonları da dahil edersen 5 milyar para kaldırdı adam bi gecede".

"vah vaah yazık oldu çocuklara, nasıl da hevesle atlıyorlardı havuza beşi birden aynı anda, taşırıyorlardı felan suları ne güzel, üstümüze üstümüze geliyordu sular, serinliyorduk biz de, oh mis"
"Hırsız içinizden biri bence möööö"
"Bu, senin oğlunun beni işten attırmak için kurduğu bir komplo!"

aslında faydası da oldu, olmadı değil. Hiç unutamadığınız bir tatil? diye sorduklarında bunu anlatıveriyorum.

sen git beş tane adam tatile ondan sonra...
olacak şey mi yani, mantıklı mı hiç

1 Haziran 2008 Pazar

ezginin günlüğü konserine gitmek vol. II


vişnelik, çim amfi...

50 Kuruşa satılan küçük beyaz karton karelere oturmak...

önce Sunay Akın...

gözlük takmak, daha iyi görmek...

bayrağımmm...bayrağımmm...ooo al rengin sooolmasınnn...

bunu gazetedeki köşesinde okumuştum diyebilmek...

ve ezginin günlüğü ve 1980 ve keyif...

sevdadandır dedi annem aldırma...aldırmamak..

ışın kılıçlı ufaklık...

küçüğüm...hmm...bu şarkıyı gitarla çalmalıyım diye düşünmek...

ateş böceği mi o, yok yok kelebek...

aşk hiç biter mi? bunu hala çözememek...

birayı light içelim, araba kullanıcaz...

eksik birşey var hayatımda...evet...

spot ışıklarının gözüne girmesi, ama renk renk olduğu için ne güzel diyip polyannacı zihniyette olmak…

sahnenin arkasında hüsnü arkan'ı görmek...

bitiş ebruli ile...

otoparkta burnunun dibindeki arabayı bulamamak...

kirden rengi değişmiş arabayı görmek, yıkatmayı düşünmek...

eve dönmek...

atmadan önce bilete bakmak son bi kez...

30 Mayıs 2008 Cuma

Efendim? Duyamadım...


Daha önce yaşadığınız yerlere gittiğinizde sizin de içinizde garip bir his vuku bulur mu?
Ne zaman Kumrular sokaktaki 3. Cadde’ye gitsem (yanlışlık yok, sokak-cadde ilişkisinin ters anlamda kullandığı bir yerdir burası) Naruto ‘daki Shino gibi hissederim kendimi; yani içimde böcükler uçuşur.

Geçen haftasonu eski 3. cadde’ye gittiğimde (“eski”yi benim için eskidi artık anlamında kullanmıyorum, bkz. yukarıdaki foto) ya da gidemediğimde demeliyim -çünkü burası orası değildi- şaşkınlığımı sokaktaki insanlardan gizleyememiş olmalıyım ki, hafif çiseleyen yağmurun altında, üstünde siyah bir yağmurluk, bir elinde kitabı, öbür elinde fotoğraf makinesi ile dolaşan, şaşkın, kırgın ve aynı zamanda “yağmurdan dolayı” gözleri dolu dolu görünen bu adamı hayli yadırgadıkları bakışlarından belli oluyordu. Yok yok burası benim çocukluğumdaki mahalle olamazdı.


Bizim top oynadığımız biri büyük (kum saha da derdik büyüğüne, önemli maçlar burada yapılırdı) biri küçük İKİ TANE (vurgulu okunacak) sahamız vardı. Şimdiki kum saha bizim eski küçük sahamızdan daha küçük olmuş, bir kısmı otoparka, bir kısmı mahalleli teyzelerin dedikodu yapmak için kurdukları bir kamelyaya dönüşmüş. Üstelik bir de basket potası dikmişler kenara. Kum sahada top mu seker! Ama o “dedikodu cafe” nin geleceği belliydi. Hatırlıyorum da bir gün yine haldır haldır top oynuyoruz aşaa mahalleyle, birkaç “hanımefendi” (ben yine terbiyemi bozmuyorum) gelmiş, sahanın ortasına sandalye koymuş ve “gidin başka yerde oynayın, çok toz kalkıyo, oturulmuyoööööaaaaeee” demişti. Küçük saha da çevresindeki evlerin özel bahçeleri genişletilerek daraltılmış. (Zıt anlamdaki kelimelerin uyum içinde kullanımına dikkat). Buralar sadece futbol sahası değil, çocukluğumuzu yaşadığımız yerlerdi bizim.

Şimdi soruyorum: Bu mahallede (ve başka birçok mahalle için de geçerli) çocuklar nerede yaşıyor? Diyeceksiniz ki okul, dersane, banka üçgeninin alan hesabını yapmak o kadar kolay değil. (Banka mı diyor?) Aman canım, öyle değil, soru bankasını kastediyorum.

Dünya değişiyor, gelişiyor. Biz de değişiyoruz ama bazı şeyler gözden kaçıyor sanırım

19 Mayıs 2008 Pazartesi

Le Ballon Rouge


Le Voyage du Ballon Rouge (Kırmızı Balonun Yolculuğu) diye bir film oynuyor İstanbul sinemalarında, neden Ankara’ ya gelmiyor anlamadım. Başkent değil mi burası! Yeterli sinema mı yok?

Benzer şekilde Fidel’in Yüzünden filmi de Ankara’ya oldukça geç gelmişti ve sadece tek bir sinemada oynadı sanırım. Sanırım diyorum çünkü Bahçelievler’ deki Büyülü Fener sinemasına ( bir tek burada gösterimi vardı) bu filmi izlemek için gittiğimde sinir bozucu bir durumla karşılaştım: Resmi internet sitelerinde, yani sinema bileti satın alınan sitelerin hepsinde 19:00 seansı var ve bilet satılıyor. Sinemadaki afişlerde de aynı şekilde 19:00’ da film oynayacak görünüyor. Bana da bir tek bu saat uygundu o gün.

Görevi bilet satmak olan kız, arkadaşıyla mesajlaşmasını bitirdikten sonra, o saatte gösterim olmadığını söyledi. İtirazların faydasız olduğunu anlayıp şaşkınlık ve kızgınlıkla eve dönmüştüm.

İnternette filmi (Kırmızı Balonun Yolculuğu) ararken, (ve bulamazken!!!) 1956 yapımı olan Le Ballon Rogue (Kırmızı Balon) adlı ve yenisi bundan esinlenerek yapılmış olan kısa filme rastladım.
Küçükken elimizden kaçırdığımız kırmızı uçan balonumuzu, hüzünlü gözlerle takip edebileceğimiz son noktaya kadar izleyip, (çünkü bir yandan babamızın elinden tutmakta ve bir yerlere gitmek zorundayızdır) sevdiğimiz bir şeyi kaybetme duygusunu yaşamışızdır. Oysa daha beş dakika önce bizim olan kırmızı uçan balonunun bir daha geri gelmeyeceğini de biliriz, baloncunun çok gerilerde kaldığını da…

Son zamanlarda izlediğim en güzel film… Tavsiye ederim…

6 Mayıs 2008 Salı

Civ x2

Çocukken birçokları evine civciv almıştır herhalde. Evet, bizim de vardı iki tane; sapsarı,mini minnacık (bu kelimeyi de ilk defa yazdığımı şimdi farkettim "minnacık" :P) ... Bir tane kardeşime, bir tane de bana... Onlara bir de yuva yapmıştık kendimizce, bir köşede yem, bir köşede su... Su koyduğumuz plastik tabağın içine girmelerine sinir olurduk. Hiç içilecek suyun içine girilir miymiş öyle! En komiği de bunları "yuva"dan çıkardığımızda, onu "tavaf" etmeleriydi. Kutunun etrafında yaldır yaldır koşarlardı hiç durmadan, tabi biz de peşlerinden. Kutu pek öyle büyük bir şey de değildi hani. Demek ki biz de bayağı küçükmüşüz o zaman.

Nedense birden aklıma geliverdi bu sahne az önce. Kendi kendime güldüm. Bazen böyle "flashback"ler yaşıyorum sebepsiz. (Lost karakter testinde de Desmond çıkmıştım zaten).

Sonra komşuya verdiydik civcivleri. Bir tanesi ölmüş, diğeri de bayağı büyümüş ve tavuk olmuştu. Sonra biz oradan taşınmıştık...Acaba komşu bizim civcivi yemiş midir? Bunu hep merak edicem. (???)

4 Nisan 2008 Cuma

İstanbul


Laaleeeeeler…laaleler, laaleler…Üsküdar, Kız kulesi… Laaleeeeeler…laaleler, laaleler…Aya Sofya, Sultanahmet…. Laaleeeeeler…laaleler, laaleler…Kapalı çarşı, sahaflar… Laaleeeeeler…laaleler,laaleler… İstanbul’un her yerine lale dikmişler. Güzel de olmuş, olmamış değil… Laaleeeeeler…laaleler, laaleler…Lale devrine dönmek istiyorlar ya, ondan mı acaba diye düşünmeden edemiyor insan…. Laaleeeeeler…laaleler, laaleler.

Haftasonu kuzenin nişanı için gittiğim İstanbul’da başımdan geçen komik ama gerçek bir olayı anlatayım:

Sultanahmet meydanı civarındaki hediyelik eşya satan dükkanların birine girdiğimde, gözüme küçük bir kutuya tepeleme doldurulmuş topaçlar takıldı. Hemen bir tane almalıyım diye düşündüm.

Bizim çocukluğumuzda topaç; çoktan modası geçmiş, oyuncakçıda veya başka bir yerde görsek bile burun kıvırdığımız bir oyuncaktı. En azından ben ve kardeşim için öyleydi. İki tane topacı kaptığım gibi kasaya gittim (Bir tane de birader için almaya karar vermiştim sonradan). Yazarkasanın başında oturan, “hacı imajlı yaşlı amca”ya topaçları verdim:

H.İ.Y.A. : “ Four liras “ (…deyince ben koptum zaten)
Ben : “Dört yani ?”
H.İ.Y.A. : “He dört”
Ben : “Bunun ipinden var mı?”
H.İ.Y.A. : “Mustafa, yardımcı ol, bak ip istiyor”

Mustafa yanıma gelip, konuşmadan, garip hareketlerle ip tarifi yapmaya çalışınca:

Ben: “Bir kelime……..evet…..birincisi……” demek aklımdan geçse de, şöyle dedim:

Ben : “İp”
Mustafa : ”He ip”
…………


Laaleeeeeler…laaleler, laaleler…

23 Mart 2008 Pazar

the Amerika



Ankara
Çayyolu
04:00

Yolculuk başlıyor

Esenboğa
05:20
X-ray cihazından ayakkabılarımı da çıkarıp geçmem gerektiğini söylemeye çalışan (Türk) görevli:
"Sir, sir! shoes...x-ray..."

Denver
Havaalanı
4:30 PM

Durakta bekleyen ve muhabbet açmaya çalışan biri :
"Are You waiting for Shamrock Shuttle too?"
20 küsur saattir havada karada yolculuk eden ben : "Yes"

Longmont
Twin Peaks Mall
Sunday
"Cest pizza?"
"sorry?"
"Cest pizza!"
"??"
"Do you want drink or chips with your pizza or cest pizza?"
"Oh, just pizza"

Cinema
Friday

10.000 BC

RadioShack
Saturday

İşi telefon satmak olan görevli Dominant Teyze :
"No phone can have a 5MP camera !!! "

Blackfox
2. hafta
son günler
Yemeklerden nefret etmiş bir durumda, öğreniyorum ki:
"There is McDonalds next to the car park"

Twin Peaks Mall
Wednesday

"Where is that accent coming from? "
"Turkey"
"It's like French"

Chicago
Havaalanı
4:00 PM

"Your name is not on the list"

Frankfurt
Havaalanı
from: 01:00 PM …. to: Uçağın kalkmasına 10 dk.
THY : "Talk to United Airlines"
UA : "Talk to Luftansa"
LA : "Get out from passaport control, talk to main UA office"
Pass. Ctrl : "Nein, du habst nicht visa"
LA : "Talk to United Airlines"
Ben : "%*#!"
LA : "Ok, I am coming with you to UA"
UA : "Talk to Turkish Airlines"
THY : "Here is your ticket"

29 Ocak 2008 Salı

Ben ve Sertaç


Sertaç her gece yatmadan evvel saati 06:45'e kurar, ama ben her sabah saat çalmadan önce, 06:32'de uyanırım. "Öff, hadi uyandık, bari beş buçukta felan uyansaydık da 'Ohh daha bir saat varmış' diyebilseydik" derim.

Kalkıp, hazırlanıp, kahvaltı etmeden işe gitmek üzere dışarı çıkarız.

Hava soğuksa ve bir de üstüne rüzgarlıysa, Sertaç'ın gözleri sulanıverir hemen. Tabi bu yüzden benim de görüşüm zayıflar, önümü göremez olurum, sinir olurum.

Servisle işe giderken kitap okuruz.

Servisle eve dönerken yine kitap okuruz.

Bazen Sertaç gitar çalar ben dinlerim; o çalar ben söylerim bazen de...

Önce ben düşünürüm ama Sertaç yapar hep esprileri.

Haftasonları gazete alırız diğer büfeden. Sertaç okur, okurken kahve içer; ben ise gazete ve kahve kokularının karışımından duyduğum hazzı...

Düş sokağı sakinleri'nin, şarkılarında sıkça kullandığı "mavi"yi ikimiz de severiz. Ezginin Günlüğü'nün "Kedim" adlı şarkısını da sever Sertaç ama ben kedilerden pek haz etmem.

He-man 'in erkek adam demek olduğunu söylemeseydim keşke Sertaç'a; ya da uzun saçın kendisine yakışmadığını... Yıkıldı resmen!

...

Bir ben var bende benden içeri ya da şizofren mi oldum nedir ?!
Gidelim Sertaç :)