4 Nisan 2008 Cuma

İstanbul


Laaleeeeeler…laaleler, laaleler…Üsküdar, Kız kulesi… Laaleeeeeler…laaleler, laaleler…Aya Sofya, Sultanahmet…. Laaleeeeeler…laaleler, laaleler…Kapalı çarşı, sahaflar… Laaleeeeeler…laaleler,laaleler… İstanbul’un her yerine lale dikmişler. Güzel de olmuş, olmamış değil… Laaleeeeeler…laaleler, laaleler…Lale devrine dönmek istiyorlar ya, ondan mı acaba diye düşünmeden edemiyor insan…. Laaleeeeeler…laaleler, laaleler.

Haftasonu kuzenin nişanı için gittiğim İstanbul’da başımdan geçen komik ama gerçek bir olayı anlatayım:

Sultanahmet meydanı civarındaki hediyelik eşya satan dükkanların birine girdiğimde, gözüme küçük bir kutuya tepeleme doldurulmuş topaçlar takıldı. Hemen bir tane almalıyım diye düşündüm.

Bizim çocukluğumuzda topaç; çoktan modası geçmiş, oyuncakçıda veya başka bir yerde görsek bile burun kıvırdığımız bir oyuncaktı. En azından ben ve kardeşim için öyleydi. İki tane topacı kaptığım gibi kasaya gittim (Bir tane de birader için almaya karar vermiştim sonradan). Yazarkasanın başında oturan, “hacı imajlı yaşlı amca”ya topaçları verdim:

H.İ.Y.A. : “ Four liras “ (…deyince ben koptum zaten)
Ben : “Dört yani ?”
H.İ.Y.A. : “He dört”
Ben : “Bunun ipinden var mı?”
H.İ.Y.A. : “Mustafa, yardımcı ol, bak ip istiyor”

Mustafa yanıma gelip, konuşmadan, garip hareketlerle ip tarifi yapmaya çalışınca:

Ben: “Bir kelime……..evet…..birincisi……” demek aklımdan geçse de, şöyle dedim:

Ben : “İp”
Mustafa : ”He ip”
…………


Laaleeeeeler…laaleler, laaleler…